Tarih: 12 Mart 2023 - Saat:
Yer: Aydıntepe
Ersoy, ilk tahsilini babası Tahir Efendi'den alırken, resmi olarak dört yaşında Fatih'te bulunan Emir Buhari Mektebi'nde eğitimine başladı.
Yaklaşık 2 yıl bu okula devam eden Ersoy, 1879'da "Fatih İbtidasi"ne geçiş yaptı. Ersoy, 3 yıllık ilkokul tahsili sonrası 1882'de Fatih Merkez Rüştiyesi'ne devam ederken, babasından da Arapça dersleri almayı sürdürdü.
Rüştiye yıllarında şiire merak duymaya başlayan ve şiir kitaplarına yönelen Ersoy'un okuduğu ilk manzum eser ise Fuzuli'nin "Leyla ve Mecnun"u oldu.
Mehmet Akif Ersoy, üç yıllık rüştiye mektebini bitirdikten sonra, mülkiye mektebine girerken, sonrasında burada hazırlık okulu olarak açılan mülkiye idadisine devam etti.
1888'de babasının vefatı ve evlerinin yok olduğu yangın Ersoy'un hayatının en zor dönemlerinden biri oldu. Ersoy, hayatındaki bu gelişmeler neticesinde ailesinin de geçimini sağlamak için mülkiye mektebinden ayrılarak, iş garantisi sebebiyle Veteriner Yüksekokulu'na girdi.
Bu okulda görüşlerinin şekillenmesine sebep olan kişilerle tanışan Ersoy, okul yıllarında yüzme ve güreş gibi sporlarla da yakından ilgilendi.
Ersoy, Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi'ni birincilikle bitirirken, Orman ve Ma'adin ve Zira'at Nezareti fen heyetinin, baytarlık işlerine bakan beşinci şubesine müfettiş muavini olarak atandı.
Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in kızı İsmet Hanım ile 1894'te evlenen Ersoy'un Cemile, Feride, Suad, İbrahim Naim, Emin ve Tahir isimlerinde 6 çocuğu oldu.
İlk matbu eseri 1893'te
Müfettişlik görevi süresince Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerini gezen Ersoy, burada halkı yakından tanıma fırsatı buldu. Ersoy, henüz 19 yaşında bilinen ilk şiirlerinden Destur'u kaleme alırken, Hazine-i Fünun Dergisi'nde 1893 ve 1894'te gazelleri, 1895'te de Mektep Mecmuası'nda Kur'an ve Hitab adlı şiiri yayınlandı.
Sa'di mahlasını kullanan Ersoy, 1900'lü yılların başına kadar çeşitli dergi ve gazetelere şiirler gönderdi. Ersoy, 2. Meşrutiyet'in ilanından sonra İslamcı aydınların oluşturduğu Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı olurken, burada imzasız eserleri de yayınlandı.
Dergide tercümeleri ve makaleleri de yayınlanan Ersoy, 24 Kasım 1908'de aralarında Ahmed Midhat Efendi, Namık Kemalzade Ali Ekrem ve Tevfik Fikret gibi döneminin öne çıkan isimlerinin de yer aldığı Darü'l-Fünun Edebiyat Şubesi birinci sene "Edebiyat-ı Osmaniye" muallimliğine tayin edildi.
1911'de yılının nisan ayında dergide yayımlanan şiirlerinin de yer aldığı Birinci Safahat basılırken, Ersoy dönemin Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'yı yerdiği gerekçesiyle dergi örfi idarece kapatıldı.
Bütün şiirlerini Safahat'ta topladı
Şiirlerini 7 kitaptan oluşan "Safahat" adlı eserinde toplayan Ersoy, 1911'de yazdığı ilk bölümde Osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini, 1912'de yazdığı "Süleymaniye Kürsüsünde" adlı ikinci kitapta da Osmanlı aydınlarını anlattı. "Halkın Sesleri" adlı üçüncü bölümü 1913'te kaleme alan Ersoy, "Fatih Kürsüsünde" isimli eserini ise 1914'te yazdı.
Ersoy, 1917 tarihli "Hatıralar" ile I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli "Asım"ın ardından 7. bölüm olan "Gölgeler"i 1933'te tamamladı.
Yoğun ısrarlar sonucu Kur'an-ı Kerim'i Türkçe'ye tercüme etmeyi kabul eden Ersoy, 6-7 sene üzerinde çalışmasına rağmen sonuçtan memnun kalmayarak imzaladığı anlaşmayı feshetti.
Mehmet Akif Ersoy, "İstiklal Marşı"nı Türk milletine armağan ettiği için "Safahat" isimli eserine koymadı.
Vefatının ardından "Safahat" eserini Ömer Ziya Doğrul ve M. Ertuğrul Düzdağ yeniden bastı. Ersoy'un, "Kur'an'dan Ayet ve Hadisler" ile "Mehmet Akif Ersoy'un Makaleleri" adlı çalışmaları da hayatını kaybettikten sonra okuyucuyla buluştu.
Birinci Meclis'e Burdur milletvekili olarak girdi
Ersoy, dergisinin yayımlanmadığı 1917'de görevli olarak Arabistan'a giderken, 1918'de İstanbul'da kurulan Darul-Hikmet-i İslamiye Cemiyeti'nde başkatip olarak çalışmaya başladı.
Eylül 1919'da "Asım'ın neşrine başlayan Ersoy, 1924'e kadar şiirin yazımına devam etti. Ersoy, Ocak 1920'de Eşref Edip ile gittiği Balıkesir'de Zağnos Paşa Camisi'nde cuma namazı sonrası halka hitap etti.
Milli mücadeleye daha fazla emek vermek için Anadolu'ya geçen Ersoy, Ankara'ya izinsiz gittiği için Darul-Hikmet-i İslamiye Cemiyeti'ndeki görevinden azledildi.
Ersoy, Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal Atatürk'ün isteğiyle 5 Haziran 1920'de Burdur milletvekili seçildi.
Ankara'ya dönüşünde Tacettin Dergahı'na yerleşen Ersoy, İstiklal Marşı'nı da burada kaleme aldı. İstiklal Marşı yarışmasına 500 lira ödül verileceği için katılmayan şair, Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası ve arkadaşı Hasan Basri Bey'in teşvikiyle kalemi eline aldı ve yazmaya başladı.
Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey'in Meclis'te okuduğu ayakta alkışlanan İstiklal Marşı, 12 Mart 1921'de "Milli Marş" olarak kabul edildi. Ersoy, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı.
Mısır dönemi ve vefatı
Mehmet Akif Ersoy, 1923'te Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine gittiği Mısır'da uzunca bir dönem kaldı. 1925'te kısa bir süre İstanbul'a gelen ve Sebilü'r-Reşad Dergisi'nin tamamen kapatıldığını öğrenen Ersoy, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kur'an'ın tercümesi için yaptığı teklifi reddetti.
Ersoy, 1926'dan vefatına kadar geçen zamanda Mısır'da kalırken, Kahire Üniversitesi'nde Türk Edebiyatı dersleri verdi.
Abbas Halim Paşa'nın vefatından sonra kendisi de rahatsızlanan Ersoy, 1935'te Lübnan'a gitti. Ersoy, burada sıtmaya yakalanınca 1936'da Antakya'ya geldi. Aynı yıl yeniden Mısır'a geçen ve sonrasında İstanbul'a dönen Ersoy, Abbas Halim Paşa'ya ait Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nın dördüncü katındaki daireye yerleşti.
Nişantaşı'nda bir klinikte tedavi görmeye başlayan Ersoy, 27 Aralık 1936'da Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'ndaki dairede hayata gözlerini yumdu.
İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy'un her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği kabri, Edirnekapı Şehitliği'nde bulunuyor.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında "2018 Yılı Vefa Ödülü"ne layık görülen Akif, "vatan şairi" ve "milli şair" olarak da Türk insanının kalbindeki yerini koruyor.
Marş ve Millî Marşlarımız
Marş, “genel olarak kelime anlamı: ölçülü yürüyüşlerde kullanılan müzik çeşididir.” Asker, okul, gençlik, yürüyüş, bayrak, konser, düğün, yas, cenaze vs. gibi çeşitleri vardır. Millî marşlar, kendilerine ait devletlerini kurmuş hür milletlerin bayrakları gibi istiklâl sembollerindendir. 19. yüzyıla kadar, millet- lerin millî duygularını terennüm eden çeşitli marşları bulunmaktaydı; ancak bu marşlar, bugünkü anlamda “resmî-millî marş” durumunda değildi. Türk tarihinde de özellikle askerî müzik, millî duyguları terennümde önemli yer tutuyordu. Eski Türk sosyal hayatının aynası diyebileceğimiz savaş ve kahramanlık sahneleri anlatılırken bir çeşit askerî bando sayılabilecek davul ve nakkarelerin çalındığından bahsedilmektedir. Osmanlı devrinde ise bilhassa 16. yüzyıldan başlayarak mehter takımlarının varlığı bilinmektedir. Osmanlı devri Mehter marşları, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması sırasında, yeniçeri kalıntısı veya yeniçeri unsurlarından sayıldığı için yok edilmiştir. Bu sebeple günümüzde, güfte ve bestesi bilinen çok eski mehter marşları yoktur. Bugün bilinen Mehter marşları, 20. yüzyıl başlarında yani sonradan bestelenen marşlardır. Bu, sonradan bestelenen marşlar içinde yaygın olarak “Mehter Marşı” adıyla bilinen, güftesi Ahmet Muhtar Paşa’ya, bestesi İsmail Hakkı Bey’e (1865-1927) ait olan marştır. Mehter marşlarımızın dışında, millî kahramanlık duygularını terennüm eden ve genel olarak anonim özellik taşıyan marşlarımız da vardır. Bunların içinde Sivastopol Marşı, Plevne Marşı, Cezayir Marşı en tanınmışlarıdır.
Resmî Marş Denemeleri
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra, II. Mahmud (1808-1839), Mehter takımının yerine askerî müzik veya askerî bando ihtiyacını karşılamak üzere “Mızıka-yı Humayun” okulunu kurdurdu. Batılı anlayışla kurulan bu okulun başına da Giuseppe Donizetti adında bir İtalyan getirildi. Türkiye’de Batılı veya bugünkü anlamda ilk resmî millî marş denemeleri de İtalya’dan getirilen Donizetti tarafından yapılmıştır. Donizetti’nin ilk bestelediği marş, II. Mahmud için ve onun adıyla bestelediği “Mahmudiye Marşı”dır. Donizetti, daha sonraki yıllarda da, I. Abdülmecid (1839-1865) için “Mecidiye Marşı” bestelemiştir. II. devrinde, Mızıka-yı Humayun (bando) komutanlığına Necip Paşa getirilmiştir. Donizetti’nin “Mahmûdiye” ve “Mecidiye”marşlarından sonra, padişahlar adına resmî marş besteleme anlayışı sürdürülerek, II. Abdülhamid (1876-1909) adına Necip Paşa tarafından “Hamidiye Marşı” bestelenmiştir. Bu marş daha sonraki yıllarda “İlk Meşrutiyet Marşı” olarak da anılmıştır. İkinci Meşrutiyet’in ilânından ve II. Abdülhamid’ten sonra tahta geçen Osmanlı padişahı V. Mehmed Reşad zamanında, kalıcı bir millî marş bestelettirilmesi için teşebbüse geçilmiştir.
Bu çalışmalardan olmak üzere Mızıka-yı Humayun Miralayı, Beethoven’in Türk Marşı’nın devletçe kabulünü; bazıları da Mecidiye Marşı’nın kullanıl- masını istemiştir. Tartışmalar sonunda yeni bir marş bestelettirilmesine karar verilmişse de teşebbüs başarılı olamamıştır. Eski Sultan Mecit Marşı, “Marş-ı Sultanî” olarak çalınıp söylenmiştir. İkinci Meşrutiyet devrinde, devrin siyasî fikrî yapısına uygun olarak Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in bazı şiirleri bestelenip heyecanlı marşlar olarak söylenmiştir.
İstiklâl Marşı Yarışmasının İlânı
İstiklal Marşı yarışmasının ilanı ilk önce Maarif Nezareti tarafından okullara duyurmuştur. Gazetelerde ise “Şairlerin Dikkatine” ifadesi yer alan bir ilanın devamında şu ifadeler yer almıştır: “Milletimizin dâhili ve harici İstiklâl uğruna girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklâl Marşı, Umûr-ı Maarif Vekâleti Celilesi’nce müsabakaya vazedilmiştir. İşbu müsabaka, 23 Kanunuevvel sene [13]36 tarihine kadar olup bir heyet-i edebiye tarafından, gönderilen eserler arasından intihap edilecektir ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükâfat verilecektir. Ve yine lâakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bîr müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâleti’ne yapılacaktır.”
Yayınlanan bu ilanda edebî heyetin gönderilen eserleri inceleyip değerlen- direceği de yazılmıştır. Millî marş olarak kabul edilecek olan esere 500 lira, bestesi içinde bilahare yarışma açılarak kazanana ödül verileceği ilan edilmiş- tir. Yarışmaya 724 şiir gönderilmiş, ne var ki millî marş olmaya değer bir şiir bulunamamıştır.
Millî Marşımızın Yazdırılması
Milli Marş yazdırılmasını organize eden heyete İstiklâl Marşı yarışması için birçok metin gelmiştir. Devrin önemli şairlerinden, mebuslarına hatta generallerine kadar birçok kişi kendince bir İstiklâl Marşı yazarak yarışma- ya göndermiştir. Ne var ki değerlendirme heyeti başkanı Hamdullah Subhi (Tanrıöver), bu şiirler arasından Millî Mücadele’nin ruhunu yansıtan bir şiir bulamaz. Marş için bir şiirin çıkmaması da can sıkıcıdır onun için. Söz konusu eserler içerisinde Mehmed Âkif’in şiiri yoktur. Rıza Nur’dan sonra Maârif Nâzırı olan Hamdullah Subhi, Mehmed Âkif’in marşa ödül konulması nede- niyle yarışmaya katılmadığını öğrenince Mehmed Âkif’e yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılma- sını istemiş, bunun üzerine Milli Şair yarışmaya katılmıştır.
Maarif Vekili Hamdullah Subhi’nin Mehmed Âkif Bey’e mektup vâsıtasıyla yaptığı müracaat şöyledir: “Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstâdânelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır. Endişenizin ica- bettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve teheyyüc vâsıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetlerimi arz ve tekrar eylerim efendim.
5 Şubat 1337 (1921) Umûr-i Maârif Vekili Hamdullah Subhi4
Mehmed Âkif İstiklâl Marşını Nasıl Yazdı?
Eşref Edib anlatıyor: Ankara’ya gelince doğru Tâceddin Dergâhı’na indik. O zaman Ankara’da mesken buhranı olduğu için herkes bir tarafa sığınmıştı. Tâceddin Şeyhi bir hürmet-i mahsusa olmak üzere dergâhı Üstad’a tahsis etmişti. Dergâh deyince dervişler, âyinler hâtıra gelmesin... Eşraftan birinin âdeta selâmlık dairesi. Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış. İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış, güzel ve geniş bir bahçesi var. Türlü türlü meyveler. Önünde bir şadırvan, şarıl şarıl sular akıyor.
Üstad Ankara’daki bütün şiirlerini, İstiklâl Marşı’nı hep bu dergâhda yaz- mıştır. Yüzlerce asır Türk milletiyle beraber yaşayacak olan bu marşı ne vakit okusam, Tâceddin Dergâhı’nda Üstad’ın bu şiiri yazarken düşündüğü zaman- ları hatırlarım: Odanın bir tarafına çekilmiş, elinde ufak bir kâğıt...
Ara sıra bir kelime yazıyor... Bazen yazdığını çiziyor... Sonra tekrar yazı- yor... Bazen saatlerce düşünüyor... Üstad şiirini yazmak için çok zaman sarf ederdi. O sehl-i mümtenî dediğimiz şiirler öyle kolay kolay olmuyordu. Bazen bir beyit üzerinde günlerce uğraştığı olurdu. Şiir tamam olup da tebyîz edildiği zaman çaylar demlenir, hep arkadaşlar toplanır, bilhassa pek sevdiği Basri’ye [Hasan Basri Çantay] haber gönderilir, o, elinde uzun çubuğu, sallana salla- na gelir, Üstad’ın yanına oturur, Üstad tamam olan şiirini kendisine mahsus âhenkle okurdu, çaylar da tevâli ederdi.
Mehmed Âkif’in kâdim dostu Hasan Basri Çantay’ın, İstiklâl Marşı’nın yazı- lışını dair verdiği şu ayrıntı oldukça önemlidir:
“Meclis’te Âkif ile yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıt parçası çı- kardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstad ile konuşuyoruz:
-Neye düşünüyorsun Basri?
-Mâni olma işim var!
-Peki, bir şey mi yazacaksın?
-Evet.
-Ben mâni olacaksam kalkayım.
-Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar!
-Anlamadım.
-Şiir yazacağım da…
-Ne şiiri?
-Ne şiiri olacak. İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü!
-Gelen şiirlere ne olmuş?
-Beğenilmemiş.
Büyük bir üzüntüyle: “Ya!”
-Üstad, bu marşı biz yazacağız!
-Yazalım, amma, şartları berbat!
-Hayır, şart filân yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.
-Olmaz, kaldırılamaz, ilân edildi.
-Canım, Vekâlet buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine res- men Meclis’te kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?
-Peki, bir de ikramiye va
-Tabii alacaksınız!
-Vallahi almam!
-Yahu, latife ediyorum, onu da bir hayır müessesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!
-Vekâlet kabul edecek mi ya?
-Ben Hamdullah Suphi Bey’le görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin nâmınıza söz bile verdim!
-Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?
-Evet!
-Peki, ne yapacağız?
-Yazacağız!
Tekrar tekrar “söz verdin mi?” diye sorduktan ve benden aynı kat’î cevap- ları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı, benim daldığım sunî hayâle şimdi gerçekten dalmıştı…
Meclis müzâkere ile meşgul, Âkif marş yazmakla. Ben müddeti kendisine kısaca göstermiştim. Birkaç gün sonra marşı vermiş olacağız. Müzâkere bitti, Âkif’de engin hayâlinde uyandı.”
Türkiye Büyük Millet Meclisinde İstiklâl Marşının Kabulü
Millî marş konusu TBMM’nin gündemine 26 Şubat 1921 tarihinde geldi- ğinde görüşmelerden sonra Mehmed Âkif’in de şiirine itirazlar olmuştur. Otu- rum başkanı tartışmaların yoğunlaşması üzerine ortaya çıkan görüşlerin daha sakin bir kafa ile değerlendirip tartışılması için zaman kazanmak istemiştir. Bunun için Mehmed Âkif’e ait metnin basılıp milletvekillerine dağıtılmasını isteyenler, istemeyenler şeklinde oylama yapmıştır. Yapılan oylamada basılıp dağıtılması fikri benimsenmiştir.
Bu ilk görüşmeden üç gün sonra 1 Mart 1921’de konu yeniden meclise gelmiştir. O günün oturumunda İstiklâl Marşı çeşitli yönleri ile tartışılmıştır. O günkü oturumun başkanlığını da yapan Mustafa Kemal Paşa önemli bir ko- nuşma yapmış, ardından Hasan Basri Bey’in, Hamdullah Suphi Bey’in İstiklâl Marşı’nı kürsüden okumasına dair teklifini oylatmıştır. Teklifin kabul edilmesi üzerine Başkan, Hamdullah Suphi Bey’i kürsüye davet etmiştir.
Hamdullah Suphi Bey kürsüye çıkıp “...Vekâlet, yapmış olduğu tetkikatta fevkalade kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için, ben şahsen Meh- med Âkif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki, bu şiirler için bir ikramiye vaat edilmiştir. Hâlbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Lâzım ge- len tedabiri alırız ve icap eden ilanı yaparız, dedim. Bu şartla büyük dinî şairimiz bize fevkalade bir şiir gönderdiler. Öteki altı şiirle beraber nazar-ı tetkikinize arz edeceğiz. İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek takdir et- mek hususunda hâiz-i hürriyetim. İntihabımı yapmışım. Beğenmek değer ver- mek konusunda serbestim. Fakat sizin intihabınız benim intihabımı nakzede- bilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.” demiş ve Âkif’in şiirini okumuştur.
İstiklâl Marşı’nın kabulü sırasında mecliste müzakereleri aşağıdaki şekliyle cereyan etmiştir:
“REİS - Bu takrirlerin hepsi Mehmed Âkif Bey’in şiirinin kabulünü muta- zammındır. (Re’ye sesleri). Müsaade buyurunuz, rica ederim müsaade buyu- runuz efendiler.
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) - Reis Bey müsaade buyurursanız Mehmed Âkif Bey’in Marşı’nın re’ye vaz’ından evvel bendeniz ufacık bir şey rica edeceğim. Tebdil edilmesi ihtimali vardı.
REİS- Müzakere bitmiştir efendim rica ederim.
SALİH Ef. (Erzurum) - Bendeniz bir şey arz edeceğim.
REİS - Müzakere bitmiştir. Maârif Vekâleti’nin teklifi vardır. Her marşı ayrı ayrı reye koyunuz diye teklif etmişlerdi. Her marşın ayrı ayrı reye vaz’ını ka- bul buyuranlar lütfen el kaldırsın. Kabul edilmedi. O halde bu takrirleri reye koyacağız. Basri Bey’in takririni reye koyuyorum (Basri Bey’in takriri tekrar okundu).
REİS- Basri Bey’in takririni kabul buyuranlar ellerini kaldırsın. Kabul edildi efendim (Gürültüler ve ret sadaları).
REFİK ŞEVKET B. (Saruhan) - Reis Bey! Mehmed Âkif Bey’in şiirinin aleyhinde bulunanlar da ellerini kaldırsın ki ona göre muhaliflerin miktarı anlaşılsın. (Muvafıktır, anlaşılsın sadaları).
REİS - Bu takriri kabul edenler, yani Mehmed Âkif Beyefendi tarafından yazılan marşın İstiklâl Marşı olmak üzere tanınmasını kabul edenler lütfen el kaldırsın. Ekseriyet-i azîme ile kabul edildi.
MÜFİT Ef. (Kırşehir) - Reis Bey yalnız bir şey arz edeceğim. Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı bu kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum. (Gürültüler).
REFİK B. (Konya) - Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.
REİS - Müsaade buyurursunuz efendim. Heyet-i muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabiî resmî bir İstiklâl Marşı olarak tanınmıştır. Binaenaleyh ayak- ta dinlememiz icap eder. Buyurunuz efendiler.”
Marşın resmen kabul edilmesi ise TBMM’nin 12 Mart 1921’deki ikinci oturumunda ele alınmıştır. Bazı mebusların marşla ilgili görüşlerini açıklama- larından sonra yapılan oylamada Mehmed Âkif’in şiiri “ekseriyet-i azîme ile” İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir.
Genel Kaynak: T. Yıldırım-İ. Öztürkçü, Besteleriyle İstiklal Marşı’nın Hikâyesi, Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul 2014.
Dipnotlar
1 - İsmail Acar, Açıklamalı İstiklâl Marşı ve Gençliğe Hitabe, Liva Yayınevi, Balıkesir 2005, s. 13-14.
2 - İsmail Acar, Açıklamalı İstiklâl Marşı ve Gençliğe Hitabe, s. 13-14.
3 - Hâkimiyet-i Milliye gazetesi 25 Teşrînievvel 1336 (Ekim 1920); Açıksöz gazetesi 11, 22, 29 Teşrînisâni (Kasım) / 2, 16 Kânûnuevvel 1336 (1920).
4 - Eşref Edib, Mehmed Âkif: Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları (Haz. Fahrettin Gün), Beyan Yayınları, İstanbul 2009, s. 129.
5 - Eşref Edib, Mehmed Âkif: Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, s. 124-125.
6 - Eşref Edib, Mehmed Âkif: Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, s. 128-129; Hasan Basri Çantay, Âkifnâme, Erguvan Yayınevi, İstanbul 2009, s. 82- 83.
Kaynak: http://www.mehmetakifvakfi.org.tr/istiklalmarsi/hikayesi